Markanızı Her Ülkede Tescil Ettirmeli misiniz?
Jul 30, 2025
Marka Tescilinde Sınırlar Ulusaldır, Peki Her Ülkede Koruma Sağlamak Zorunlu mudur?
Günümüzde markalar yalnızca fiziksel pazarlarda değil, dijital dünyada da sınırları aşarak görünür hale geliyor. Ancak bu genişleyen erişim ağı, marka sahipleri için yeni sorumlulukları da beraberinde getiriyor. En temel sorulardan biri şu: Markamı sadece Türkiye’de tescil ettirmek yeterli mi, yoksa diğer ülkelerde de başvuru yapmalı mıyım?
Bu yazımızda, marka hukukunun temel taşlarından biri olan ülkesellik ilkesi kapsamında, neden her ülke için ayrı bir koruma stratejisi belirlenmesi gerektiğini detaylı bir şekilde ele alıyoruz. Ayrıca Madrid Protokolü ve AB Markası gibi uluslararası başvuru sistemleri, tanınmış markalara özgü koruma imkanları, tescilsiz kullanımın sınırları ve stratejik tescil planlamasında dikkat edilmesi gereken hususlar da yazımızda kapsamlı biçimde inceleniyor.
Eğer siz de markanızı yalnızca bugünün değil, geleceğin pazarı için korumak istiyorsanız; bu yazı, doğru adımları atmanızda rehber niteliğinde.
Bu yazıda, Marqby Blog’unda ve sosyal medya hesaplarında paylaşılmak üzere “Markanın Her Ülkede Tescil Zorunluluğu” ele alınmıştır.
Marka Tescilinde Ülkesellik İlkesi
Marka hukukunun temel ilkelerinden biri olan ülkesellik ilkesi, her ülkenin marka tescilini kendi sınırları içinde tanıdığı anlamına gelir. Yani Türkiye’de tescilli bir marka, yalnızca Türkiye’de koruma sağlar. Diğer bir deyişle, bir markanın Türkiye’de tescilli olması, başka bir ülkede aynı markanın başkası tarafından tescil edilmesini kural olarak kendiliğinden engellemez. Bu husus, uluslararası faaliyet gösteren teşebbüsler için ciddi bir planlama gerekliliği doğurmaktadır.
Ülkesellik ilkesi, yalnızca marka tescili açısından değil, hukuki koruma mekanizmaları ve ihlallere karşı alınacak aksiyonlar açısından da geçerlidir. Örneğin, bir ülkede marka hakkına dayanarak açılan ihlal davası neticesinde alınan karar, sadece o ülke sınırları içinde sonuç doğurur. Bu nedenle ihracat yapan, distribütör ağı kuran ya da dijital olarak farklı ülkelerde aktif olan markalar için birden fazla ülkede korunma sağlaması olmazsa olmaz bir konudur.
Her Ülkede Tescil Gerekir mi? Stratejik Bir Bakış
Marka tescilinde ideal senaryo her ülkede koruma sağlamaktır; ancak bu hem zaman hem de bütçe açısından çoğu zaman gerçekçi değildir. Bu yüzden marka sahiplerinin hangi ülkelerde faaliyet gösterildiği, nerelerde büyüme hedeflendiği, taklit riski yüksek olan bölgelerin tespiti gibi bir önceliklendirme yapması gerekmektedir. Bu sorulara verilen yanıtlar, tescil stratejisinin yönünü belirler.
Pratikte bazı markalar, yalnızca üretim yaptıklar ıya da satış gerçekleştirdikleri ülkelerde tescil yoluna gitmeyi tercih eder. Örneğin bir e-ticaret platformu yalnızca Avrupa ülkelerine satış yapıyorsa, Uzak Doğu’daki bir ülkede tescil yaptırmak ilk aşamada gerekli olmayabilir. Ancak bu yaklaşım, ilerideki genişleme l-planlarını veya olası ihlal senaryolarını da dikkate almalıdır.
Kimi durumlarda, yalnızca bir ülkede tescil edilmiş bir marka, başka bir ülkede benzer veya aynı markayla karıştırılaiblir. Bu da ticari riskleri artırır. Dolayısıyla bütün ülkelerde tescil zorunluluğu bulunmasa da, faaliyet gösterilen coğrafyalarla uyumlu ve ilerideki büyüme ihtimallerini kapsayan bir tescil planı şarttır.
Uluslararası Koruma Sağlayan Sistemler: Madrid Protokolü, AB Markası ve Diğerleri
Ülkesellik ilkesinin bir alternatifi olarak, her ülkeye ayrı ayrı başvuru yapmak yerine, birden fazla ülkeyi kapsayan toplu başvuru sistemleri, özellikle uluslararası faaliyet gösteren şirketler için önemli avantajlar sunar. Madrid Protokolü, bu sistemlerin başında gelir ve tek bir merkezden çok sayıda ülkede marka başvurusu yapmaya olanak tanır. Başvuru WIPO üzerinden yürütülür ve seçilen ülkelerin ulusal ofisleri tarafından kendi mevzuatları uyarınca incelenir.
Benzer şekilde, Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) üzerinden alınan AB Markası (EUTM) Avrupa Birliği üye ülkelerinin tamamında tek bir tescille geçerli olan bir sistemdir. Bu sistem, Avrupa pazarında faaliyet gösteren firmalar için oldukça avantajlı ve hızlı biz çözümdür. Benzer şekilde, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’da koruma sağlayan BENELUX markası ve Afrika kıtasında yer alan 17 ülkede koruma sağlayan OAPI markası bölgesel koruma sağlayan marka tescil sistemlerine örnek verilebilir.
Bununla birlikte, bu sistemlerin her biri avantajlarıyla birlikte dezavantajları da beraberinde getirmektedir. Örneğin Madrid Protokolü kapsamında birden fazla ülkede yapılan marka başvurusu tekil olarak varlığını koruyan ve bir ülkede verilen başvurunun reddi kararı diğer başvuruları etkilemezken, AB markasında tek bir başvuru üzerinden işlemler gerçekleştirilmekte, alınan ret kararı doğrudan bütün AB sınırları içerisinde etki doğurmaktadır. Yine de bölgesel ve çoklu başvuru sistemleri, global pazarda daha hızlı hareket etmek isteyen teşebbüsler için büyük kolaylık sağlamaktadır.
Tanınmış Markalara Sağlanan İstisnai Koruma: Paris Sözleşmesi 1. Mükerrer 6. Maddesi
Paris sözleşmesi, marka hukukunda sınır ötesi korumanın ilk temel belgelerinden biri olup, ülkesellik ilkesinin en önemli istisnalarından birini teşkil etmektedir. Bu sözleşmenin 1. mükerrer 6. maddesi “tanınmış markalara” tescilsiz de olsa belirli düzeyde bir koruma sağlar. Ancak bu koruma, her ülkenin iç hukukuna göre şekillenir ve tanınmışlık olgusunun her somut olay için somut delillerle ispatlanması gerekir. Ülkemizde marka hukukuna ilişkin temel mevzuat olan 6769 sayılı SMK’nın nisbi ret nedenlerini düzenleyen 6. maddesinin 4. fıkrasında bu husus şöyle düzenlenmiştir:
“Paris Sözleşmesinin 1 nci mükerrer 6 ncı maddesi bağlamındaki tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından itiraz üzerine reddedilir.”
Tanınmışlık koruması, genellikle taklitçi başvurulara karşı savunma mekanizması olarak kullanılmaktadır. Ancak tanınmışlığa dayanılarak alınacak aksiyonlarda, tanınmış olduğu iddia edilen markanın yalnızca dünya genelinde değil, Türkiye’de de tanınmış olduğunun somut delillerle ortaya konması gerekir.
Pratikte bu maddeye dayanarak koruma sağlamak, her zaman kolay veya etkili olmayabilir. Zira her ne kadar Paris Sözleşmesinde tanınmış markaların istisnai bir korumaya sahip olacağı belirtilmiş olsa da uyuşmazlık konusu markanın tanınmış olup olmadığına ilişkin karar verme yetkisi ilgili ülke ofislerinin takdirine bırakılmıştır. Bu nedenle bu madde kapsamında tanınmış sayılan markaların dahi, özellikle faaliyet gösterdikleri pazarlarda markalarını tescil ettirmeleri daha güvenli ve proaktif bir yaklaşım olarak tavsiye edilmektedir.
Tescilsiz Kullanım Durumunda Sağlanan Koruma ve Kapsamı
Resmi marka sicillerinde kayıtlı olmayan bir işaretin, uzun, fasılasız ve yoğun bir şekilde belirli mal ve hizmetlere ilişkin olarak kullanılması birtakım ülkelerde sınırlı olsa da bir koruma sağlamaktadır. Bu tür koruma genellikle “eskiye dayalı kullanım” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu korumadan yararlanılabilmesi için yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu kullanımın fasılasız ve yoğun bir şekilde gerçekleştirildiğinin ispatı gerekmektedir. Dolayısıyla tescil ile sağlanan korumadan ancak belirli şartların sağlanması halinde yararlanılabilmektedir. Bu şartların sağlanması, yani markanın ilgili piyasada yoğun bir şekilde kullanıldığının ispatı ise ağır bir yük olup, markayı taşır faaliyete ilişkin bütün bilgi ve belgelerin muntazaman bir araya getirilmesi vakit ve emek kaybına yol açmaktadır.
Kısacası, marka tescili olmadan da belirli ölçüde hak kazanmak ve koruma sağlamak mümkündür; fakat bu haklar tescilli marka sahiplerine sunulan koruma, yayma, lisanslama ve devretme gibi kapsamlı hak ve yetkiler ile kıyaslandığında oldukça sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla fiili kullanımın bir önlem olarak değil, ancak bir savunma hattı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Tescil Stratejisi Nasıl Belirlenmeli?
Tüm ülkelerde bir markanın tescili çoğu zaman pratikte mümkün olmasa da, hangi ülkelerde tescilin kritik olduğunu belirlemek mümkündür. Bu noktada teşebbüslerin potansiyel genişleme hedefleri, üretim yerleri ve distribütör ilişkileri gibi somut veriler dikkate alınarak strateji belirlenmelidir. Ayrıca markaya ek olarak, internet alan adları, sosyal medya varlıkları ve dijital reklam yatırımları da tescil planlamasında rol oynar.
Bütçesel sınırlamalar bu noktada tescil başvurularının yapılacağı ülkelerin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu seçimler yapılırken sadece kısa vadeli değil, orta ve uzun vadeli büyüme planları da hesaba katılmalıdır.
Bir diğer önemli nokta da taklit riski yüksek olan ülkeler ve sektörlerdir. Bazı ülkelerde marka tescil süreçleri çok hızlı yürütüldüğünden, özellikle dijitalde hayli görünür hale gelen markalar taklitçilerin hedefi haline gelebilir. Bu nedenle stratejik bir tescil planı, sadece var olan faaliyetleri değil, muhtemel riskleri de hesaba katmalıdır.
Sonuç: Tescil Faaliyetin Olduğu Yerde Olmazsa Olmazdır
Marka tescili, bir pazarda hukuken var olmanın ve bu varlığı korumanın en önemli adımlarından biridir. Tescil olmadan ne taklitlere karşı etkin bir koruma sağlanabilir, ne de marka değeri lisans, devir ya da yatırım süreçlerinde güvence altına alınabilir. Bu nedenle faaliyet gösterilen yahut gösterilmesi planlanan pazarlarda fikri varlıkların tescillerinin sağlanması, yalnızca bir hukuki önlem değil aynı zamanda ticari bir zorunluluk olarak görülmelidir.
Her ülkede tescil yaptırmak her zaman gerekli olmasa da, faaliyet gösterilmeyen ülkelerde dahi itibar zedelenmesini ya da taklitçiliği önlemek adına belirli kilit pazarlarda koruma sağlamak faydalı olacaktır. Tescilin yapılacağı ülke yahut bölge tercihleri, marka değerinin korunmasında ve büyümesinde en güçlü araçlardan biridir.
Global arenada marka güvencesi Marqby ile mümkün.
46’dan fazla ülkede marka tescili başvurusunu hızlı, şeffaf ve stratejik bir şekilde gerçekleştirmek için bizimle info@marqby.com üzerinden bizimle iletişime geçebilir veya Marqby platformunda ücretsiz benzerlik analizi yaparak sürece hemen başlayabilirsiniz.